Kırmızı Sepet
Sahil tenha ve sıcaktı. Tenhalığın sebebi yaz güneşinin tam tepede olmasıydı. Masmavi gökyüzü denize nazire yaparcasına ışıldıyordu. Deniz ve gökyüzü mavilik yarışına tutuşmuşlardı. Güneş de mücadelenin hakemiydi sanki. Kazananı belirlemek için parıldırıyor ve adaletinin kudretini üstümde hissettiriyordu. Güneşin bedenimi kavurmasına aldırış etmeden yürüdüm. Biraz terledim, sonrasında denizin yanına iliştim, mavi dalgalar beyaz köpüklere karıştıkça serinlik hissettim. Deniz, ah deniz ne güzel şeysin, keşke sürekli senin yanında olabilsem canım deniz. Kayalıklara oturdum, yanıyordu kayalıklar... Kızarmış piliç gibi. Bu havada piliç gitmez. Kızarmış kestane gibi kayalıklar. Kestane olur mu? Sanmıyorum. Bu havada çay bile içilmez. Kayalığın sivri tarafı rahatsız etti, kafamı kaldırdım, daha uygun bir yer buldum. Oturur oturmaz yine yandım, birkaç saniye sonra geçti, insan her şeye alışıyor. Gözlerimi gene alıkoydum denizden, az ötede bir çocuk vardı, yanında kırmızı bir sepet bulunuyord