Kayıtlar

Mart, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Vapur

Vapurdayım, karanlık, vapur neredeyse bomboş. Aklımın köşesindeki bir yere, mantık mefhumu sokağına girmeden hemen sağda bulunan boş duvara yazıyorum bu satırları. Zihnim allak bullak, düşünceler ışık hızıyla geliyor ve geçiyor. Hava çok soğuk, mart soğuğu hafife alınır cinsten değil cidden, vapurun en üst katındayım, Karaköy’den Kadıköy’e gidiyorum, soğuk havalarda insanlar dışarıda oturmak istemiyorlar, pek fazla kimse yok ama olanlar da içeriden izliyorlar boğazı. Hak veriyorum ama gerçekleştiremiyorum, martıların sesini duymadan yapamıyorum, üç kuruştan bir kuruş fazla param olmasa bile simidimi martılarla paylaşmadan edemiyorum. Hava gerçekten çok soğuk, ellerim donuyor, insanların neden içeride oturduklarını tekrardan anlıyorum, hak da veriyorum, zaten neye hak verdiysem, onları bir türlü yapamıyorum, diye aklımdan geçiriyorum. Doğru dediğim neyi yapabildim ki, diyorum, neyse kendine haksız etme, kimse kusursuz değil, diye su serpiyorum içime, söyleniyorum fakat olmuyor. İstanb

Topal İhtiyar

İzmir Basmane Tren Garı'nın 3.peronundan, saat 19:12'de yola çıkan eski püskü bir demir yığınının 4.vagonunda oturuyordum. Güneş, diyarımızı terk etmek üzereydi. Başka yerleri aydınlatmaya, başkalarına umut olmaya hazırlanıyordu. Trenin penceresinin ardında kalan dünyayı aheste bir hâlde takip ediyordum. Yorgundum, bitkindim, biçareydim. Saatlerce sürecek seyahatim sırasında iç dünyamda yolculuk yapmayı, yanlışlarımı ve doğrularımı gün yüzüne çıkararak, onları bir bir kontrol etmeyi planlıyor; trenin karanlık camında kendimle göz göze gelerek hayatın anlamına bir adım daha yaklaşmayı umuyordum. Vagon neredeyse bomboştu. Çocuklu birkaç anne, yalnız üç beş insan ve ben... En azından gözüme çarpanlar, bunlarla sınırlıydı. Tren bir beşik gibi sallana sallana yola koyulurken, güneşin tamamen kayboluşuna tanıklık ediyordum. O esnada yanımdan topallayarak geçen yaşlı bir adam, birdenbire önümdeki boş koltuğa oturdu. Sonradan öğrendiğime göre engelliler için üretilmiş bu koltuklar, y

Bir Çift Yeşil Göz

Tiksiniyordum o kediden. Kocaman yeşil gözlerinin ortasında beliren siyah çizgilerden, turuncu gövdesinden, nefretle beni izlemesinden… Tiksiniyordum! Ev sahibesi yaşlı Gina Jenkins görmeden yok etmeliydim onu. Ama tuhaf kadın, ne yapacağını hiç belli etmiyor, üstelik hareketlerini sanki bir hayaletmişçesine sessizce hallediyor, olur olmadık yerlerde beliriyordu; bu da beni son derece endişelendiriyordu.  Ne yapacaksam yapayım işimi sessiz bir biçimde halletmeliydim. O iğrenç kedinin şeytani gözlerini oyarken çevremde kimseler olmamalıydı. Ara sıra “Niye utanıyorum ki,” diye düşünüyor, akabinde “zaten dünyamız için hayırlı bir olay planlıyorum.” şeklinde iç geçiriyordum. Ama bunu ortalık yerde yapamayacağımı da aslında biliyordum. Gördüklerimi kimse görmüyordu; hissettiklerimi kimse hissetmiyordu; insanların zekası, farkında olduğum şeyleri anlamaya yetmiyordu. Sanmayın kendini ayyuka çıkaran bir ukalâyım ben! Yalnızca gerçekleri söylüyorum. Önceleri bu durumun farkında değildim. Gör

Karanlıkta Yolculuk

Birkaç saat önce şahit olduğum elim hadise gözümün önünden gitmek bilmiyor. Cansız bedeni yeryüzünün derinliklerine hızlıca hapsetmek adına aceleyle fırlatılan toprak parçalarının yarattığı ürpertici sesler, hâlâ daha kulağımda yankılanıyor; üç dört saat evvel içinde bulunduğum mezarlık, beni uzunca bir süredir kendisine mahkum ediyor. Bu sahneden kurtulmak için kafamı camdan kaldırıyor ve hafifçe sallıyorum. Yan tarafımda süregelen şey ilgimi çekiyor; kara yolunun sağında uzanan, emniyet şeridi diye adlandırılan yolu diğer kısımdan ayıran namütenahi çizgiye odaklanmaya başlıyorum. Çizginin beyazlığında kayboluyor, ara sıra da araba lastiği izleri nedeniyle aklığı pislenmiş yerlerinde kendimden bir şeyler çıkarmaya uğraşıyor, sonrasında da türlü türlü düşüncelerle boğuşuyorum. Yaşadıklarımın üstünden birkaç saat geçmiş olmasına rağmen, tüylerim ilk anki gibi hâlâ daha diken diken. Çizgi ise devam ediyor, şimdilik durmak bilmiyor, sanırım yaşamı temsil ediyor. Hava tam anlamıyla karar

İhtiyar

Bilenleriniz vardır elbet, İstanbul’un Avcılar ilçesinin sahil şeridi pek bir nefis, pek bir ferahtır. Buna rağmen ilçe merkezinin oldukça aşağısında kalması nedeniyle, bilhassa hafta içi günlerinde sahil şeridi bir hayli sakindir. Martılarındır, kedilerindir ve köpeklerindir. Hele ki mevsim kışsa, insan sayısı daha da düşer; hafta içi öğle saatlerinde sahilde in cin top oynar, rüzgarın gürültüsü eşliğinde bir sağa bir sola savrulan ağaç dalları kedilerin ilgisini çeken yegâne şey olur. İnsan denen ırk adına birkaç temsilciden başkası olmaz sahilde; gelenler kimi zaman emekli amcalardır, bazen köpeklerini gezdiren teyzelerdir, nadiren de okuldan kaçan liseli aşıklardır. Yosun kokusuna tutsak olan sahil şeridinin güzel bir köşesinde yer eden minik bir kafe gözünüze çarpar. Denize sıfır, kayalıkların yanı başında öylece duran, açık havalarda güneşin batışının muazzam bir şekilde gözlenebileceği gösterişsiz ama vakur bir kafe... Bir zamanlar benim de bünyesinde bir çalışan olarak bulund