Bir Çift Yeşil Göz

Tiksiniyordum o kediden. Kocaman yeşil gözlerinin ortasında beliren siyah çizgilerden, turuncu gövdesinden, nefretle beni izlemesinden… Tiksiniyordum! Ev sahibesi yaşlı Gina Jenkins görmeden yok etmeliydim onu. Ama tuhaf kadın, ne yapacağını hiç belli etmiyor, üstelik hareketlerini sanki bir hayaletmişçesine sessizce hallediyor, olur olmadık yerlerde beliriyordu; bu da beni son derece endişelendiriyordu. 

Ne yapacaksam yapayım işimi sessiz bir biçimde halletmeliydim. O iğrenç kedinin şeytani gözlerini oyarken çevremde kimseler olmamalıydı. Ara sıra “Niye utanıyorum ki,” diye düşünüyor, akabinde “zaten dünyamız için hayırlı bir olay planlıyorum.” şeklinde iç geçiriyordum. Ama bunu ortalık yerde yapamayacağımı da aslında biliyordum. Gördüklerimi kimse görmüyordu; hissettiklerimi kimse hissetmiyordu; insanların zekası, farkında olduğum şeyleri anlamaya yetmiyordu. Sanmayın kendini ayyuka çıkaran bir ukalâyım ben! Yalnızca gerçekleri söylüyorum. Önceleri bu durumun farkında değildim. Gördüklerimi herkes görüyor sanıyor, bildiklerimi herkes biliyor zannediyor fakat söz konusu şeyleri pek umursamadıklarını düşünüyordum. Meğer öyle değilmiş! İnsanlar birer aptalken, ben bu vizyonla lanetlenmiş aciz bir mahlukmuşum!

Bunları söyledim diye beni suçlamayın. Lütfen anlamaya çalışın. Anlayabilir misiniz? O aşağılık kediyi öldürmem, dünyanın gidişatını değiştirecekti. Ne biliyorsunuz aç çocukların, çıkan savaşların, öldürülen masumların müsebbibinin o tiksindirici bakışlar olmadığını! Bilebilir misiniz? İşte bu noktada ben devreye giriyordum. Sizler, her şeyin sebebinin o aşağılık gözler olduğunu bilmeseniz de ben gayet iyi bir şekilde biliyordum. Yaşlı Gina Jenkins’in tüylerimi diken diken eden turuncu kedisinin yeşil gözlerinin, tüm kötülüklerin kaynağı olduğu gün ışığı gibi barizdi. Biliyordum.

Bayan Jenkins’in dış görünüşü normalde bende birtakım düşünceler çağrıştırmazken, yaşlı kadın takma dişlerini çıkardığında turuncu kedisini andırdığından, dişleri ağzında olmadığında midemi bulandırır; ahmak kedisinin yanı sıra, onun da dünyanın hayrı için ölmesi gerektiğine inanır; fakat dişlerini geri taktığında bu düşünce zihnimden uçup gider, yerini ne olumlu ne de olumsuz bir hissiyata bırakır, nihayetinde yaşlı Gina Jenkins hakkında bir şey planlamazdım. Ama kedisi için aynı şey geçerli değildi. Midemi bulandıran bakışları aklımdan asla çıkmıyordu.

Yaşlı kadının evinde kısa süreli oda kiralayan bir misafirdim ben. Aşağılık kedi ne zamandır buradaydı bilmiyordum. İğrenç bakışlarıyla dünyanın, dünyamızın en büyük tehlikesi olmaya yıllardır devam ediyor ve Gina Jenkins’in sıcak yuvasını kullanarak insanlık tohumlarının köklerini uzun bir süreden beri kazıyor olmalıydı. Bayan Jenkins’e bunu sormadım. Zira samimi olmak gibi bir niyetim yoktu. Merakımı giderecek başka biri de yaşamıyordu bu sessiz yerde. Pansiyonu andıran bu evde ben ve yaşlı Gina Jenkins dışında kimse bulunmuyordu. Doğru! Aşağılık kedi vardı bir de!

İlk geldiğimde içeri girer girmez yaşlı kadınla karşılaşmış ve ondan bir oda talep etmiştim. Gülümseyerek selam verdikten sonra,“Bu mevsimde kimsecikler buraya gelmez,” demişti İrlanda aksanıyla harmanlanmış İngilizcesiyle. “Siz burada ne yapıyorsunuz?”

“Ben burada ne mi yapıyorum, ihtiyar? Kim bilir,” diye içimden geçirmiştim, “belki kendimi arıyorum, belki kendimi kaybediyorum. Galiba bilmiyorum.” Zihnimde yuvarlanan düşünceleri İrlanda kökenli yaşlı kadına söyleyemedim. Onun yerine bozuk İngilizcemle “Keşfediyorum,” diyebildim. “Keşfediyorum, hanımefendi. Hayatı, insanları, doğayı.”

“Keşfetmek için kötü bir mevsim seçmişsiniz,” dedi yaşlı kadın. Söylediklerim ona saçma gelmişti sanki. Gina Jenkins’i pek ikna edememiş olmalıyım ki, kaşlarını çatarak konuşmayı sürdürdü, “Bu zamanlarda hava eksi kırkları görür, keşfedilecek şeyler karın altında kalır, bayım. Duyduğuma göre felaket bir kar fırtınası yolda.”  

Karşımdaki yaşlı kadının beni hor gören kibirli edası canımı sıkmıştı ama pek umursamadım. Odamın anahtarını alır almaz arkamı döndüm ve tam o sırada sinsice arkamda beliren kediyle göz göze geldim. Onun tiksindirici, iğrenç, aşağılık yeşil gözleri! “Aman Allah’ım!” diye çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. “Şeytan… Onun gözleri bu!” diye içimden geçiriyor ama ağzımı sonuna kadar kapalı tutmaya gayret ediyordum. Kedi, sahibine usulca ilerlerken turuncu gövdesine göz ucuyla baktım, yaşlı kadın anlamadığım bir şekilde kedisine seslenirken, ben odama çıkmaya başladım. O esnada o iğrenç gözleri oyma fikri aklımın en derinlerine kazınmıştı bile.

Gina Jenkins'in söylediği gibi, bu evdeki ilk gecemde uğultulu bir kar fırtınası başlamış, sabah kalktığımda ise her yer bembeyaz bir örtüyle kaplanmıştı. Takip eden bir hafta boyunca ihtiyar kadının evinin çok uzağına gidemedim ama etrafta keşfedilecek birçok şey buldum. Kâh donmuş göllerin üstünde gezindim, kâh geyiklerle dolu olduğu söylenen ormanları adımladım. Beyaz yeryüzü ve mavi gökyüzünün ahengine hayran kaldığım sırada dahi, bana kusma isteği getiren parlak, yeşil gözler aklımdan çıkmıyordu. “Ne yapsam ne etsem de kurtulsam ondan,” diye düşünüyordum. “Kediyi kaçırıp donmuş göldeki bir açıklığa soksam da dünyaya nefretle bakan şeytani yeşil bakışları sonsuza dek donsa ve yok olsa!” şeklinde içimden geçiriyordum. “Kedinin gözleri olmalıydı tüm sorun, başka ne olabilirdi ki?”

Birkaç gün sonra, kapımın tıklatılması sonucu soğuk bir sabaha uyandım. “Bayım,” diyordu Gina Jenkins boğuk sesiyle, “uyandınız mı?”

“Evet, Bayan Jenkins.” dedim memnuniyetsiz bir tavırla. Sabahları dışarıdan bir etkiyle uyanmaktan nefret ederim. Tabii Kanadalı bunak bundan haberdar değildi. “Bir sorun mu var?”

Yaşlı kadın hızlıca bir şeyler söyledi ama hiçbir şey anlamadım. Ya onun tuhaf aksanından ya da benim olgunlaşmamış İngilizcemden. Pijamalarımla kalktım, bunu umursamadan kapıyı araladım.

“Duyamadım söylediklerinizi. Tekrarlar mısınız?”

“Komşu konuk evinden Joshua, aracıyla şehre inecek. Onun devasa aracı, yolların karla kaplı olmasını pek umursamıyor. Ben de onunla gideceğim, malum evin ihtiyaçları var.”

Sabahın köründe yaşlı kadının cümlelerini tane tane beynimde süzmeye gayret ediyor, bir yandan da kadının birkaç metre arkasında kendisini yalamakla meşgul olan iğrenç kediye bakıyordum.

“Evet?” dedim meraklı bir şekilde.

“Şehre inmek isterseniz araçta bir kişilik yer var. Hem keşfetme eyleminizin sınırları genişlemiş olur.”

Kediye baktığım sırada, planımı uygulayabilmem için gereken uygun ortamı sonunda bulabildiğim fikri aklıma düştü.

“Teşekkürler,” dedim yüzümü ekşiterek. “Bu sabah iyi hissetmiyorum, biraz daha istirâhat edeceğim.

“Peki,” dedi yaşlı kadın. Tam kapıyı kapatıyordum ki, “Eğer bir şey istiyorsanız söyleyin. Şehirden alabilirim. Tabii ki belli bir ücret karşılığında.” dedi itici bir şekilde gülümseyerek.

“Hayır, istemiyorum. Teşekkür ederim.”

Yatağıma geri döndüm. Birkaç dakika boyunca yapacaklarımı düşündükten sonra çantamı toparladım, akabinde pijamalarımı çıkararak kalın kıyafetlerimi giydim: Kadife pantolon, boğazlı kazak…

İçimde tarifi zor bir ürperti vardı. Penceremin kenarına gelerek dışarıda olup bitene baktım bir süre. Gina Jenkins, kapının önüne kadar gelmiş olan Joshua’nın aracına doğru bir penguen gibi yürüyordu. Yaşlı kadın kar birikintilerinden ötürü zor hareket ediyordu. Joshua’nın aracı gerçekten devasaydı, normal bir arazi arabasından birkaç kat daha büyüktü. Tekerlekleri kocamandı. “Acaba şehir kar altındayken nasıldır…” diye düşündüm bir süre. Sonra kendime kızdım. Şehrin nasıl göründüğü umurumda olmamalıydı, burada yapmam gereken çok önemli şeyler vardı.

İhtiyar kadın, aracın merdivenlerini Joshua’nın yardımıyla çıktı, genç adam şöför koltuğuna geçti ve karları eze eze benden uzaklaştılar. Gina Jenkins’in benden uzaklaştığı her metrede benliğimde yer eden cesaret katlanarak artıyordu. Sanki burası benimdi; bu oda, bu pansiyon, bu arazi…“ Hepsi neden benim olmasın ki? Benim olmadığına dair bir kanıt sunabilir misiniz?” şeklinde duvarlara haykırıyordum. Yapacaklarımı anbean aklımdaki ekranda oynatmaya başladım. Her şeye rağmen aklımın bir köşesinde tereddüt yaşayan bir bölüm vardı. Tahayyül edemediğim noktalarda o bölüm etkisini arttırıyor ve planladığım eylemi sorguluyordu. O kısmı da ikna etmem gerekiyordu: 

“Dünyayı tüm pisliklerden arındıracağım! Eminim ki her insanoğlu arzulardı. Benim yerimde başkası olsa kesinlikle aynı şeyi yapardı.”

Ağır adımlarla odayı terk ettim. Aynı ahestelikle merdivenleri bir bir indim. Şanslı olmalıydım ki, aşağı kata iner inmez iğrenç yeşil gözlerin beni takip ettiğini fark ettim. Gina Jenkins’in midemi bulandıran kedisi dışarıya açılan kapının yanındaki geniş pencerenin yanında yatıyor, bir yandan da gözleriyle beni takip ediyordu. Ona bakmamak için çabalasam da, başaramıyor ve bakıyordum: “İğrenç şey!”

Ne tuhaftır ki, o kadar nefretle bakmama rağmen aşağılık kedi benden kaçmıyordu. Olduğu yerde yatıyor, sadece beni izliyordu. Uzaktan uzağa bakışıyorduk. Minik adımlarla ona doğru ilerliyordum. Gina Jenkins’in resepsiyon görevi gören ufak ofisine baktım; bomboştu. Neden yaptım bilmiyorum, yine de ofisin kapısını kapattım. Kediye doğru ilerlemeyi sürdürdüm.

“Ne yaptığını sanıyorsun?” dedi gâipten bir ses. Şaşırmıştım, korkuyla bir sağa bir sola baktım. Çevremde bir tur attım, kimseler yoktu. Neler oluyor, neler bitiyor, diye endişelenirken...

“Ahmak, dönüp durma. Ben konuşuyorum ben.”

“Sen de kimsin? Neredesin?”

“Pencere tarafına bak, salak!”

Aşağılık kedi alenen benimle konuşuyordu. Bu evde bir tuhaflık olduğunu bu eve girer girmez anlamış; bu kedinin şeytanı andırdığını onu görür görmez fark etmiştim. “Yanılmamışım!” diye düşündüm.

“Şeytan…” dedim. “Şeytansın sen.”

“Hayır,” dedi kedi sakin bir üslupla. “Aynayı görüyor musun?”

“Evet.” dedim korkarak.

“Ona bak, şeytanı göreceksin.”

Kedinin söz ettiği ve az ötemde duran aynanın önüne geldim, kendime baktım: Korku dolu bakışlarım, çatılmış kaşlarım ve ürpermekten bembeyaz olmuş suratımdan başka bir şey göremiyordum.

“Dikkatli bak!” şeklinde bağırdı aşağılık kedi. “Beni durdurmaya çalışıyor, gözlerini oyacağımı anlamış olacak ki, bu yolu izliyor.” diye iç geçirsem de verdiği komutları çaresizce yerine getiriyordum. Kendimi kontrol edemiyordum sanki.

“Gözlerine yoğunlaş. Sadece gözlerine bak, aptal.”

Kahverengi gözlerim, çevredeki beyaz örtünün yarattığı ışık nedeniyle vişneye çalan korkunç bir kırmızıya bürünmüştü. Birkaç dakika boyunca yalnızca gözlerime odaklandım. En sonunda dayanamamış olacak ki, “Görüyor musun!?” diye haykırdı.

“Evet!” dedim, “Görüyorum!”

“Ne görüyorsun?” 

“Aman Allah’ım!” dedim. “Şeytan… Onun gözleri bu!”

Az önce iğrendiğim kedi için hiçbir şey hissetmez olmuştum. Kendimden iğreniyordum. “Şeytan…” dedim, “o ben olmalıyım. Gözlerim, bu dünya için tehlike. Ben görmezsem dünya daha güzel bir yer olacak. Boş yere ölen masumlar, para uğruna mahvolan hayatlar, milyarlarca insan açken zevk sefa içinde yaşayanlar, insanlıktan nasibini almamış yaratıklar...”

Turuncu kedi ağır aksak adımlarla merdivenlere yöneldi, zıplaya zıplaya çıktı. Yalnız kalmıştım.

İçinde ince mumlar bulunan şamdanların mumlarını çıkardım. Şamdanlar yeterince sivri ve kesiciydi. Aynada son kez gözlerime baktıktan sonra büyük bir hızla şamdanları, gözüme bir bıçak gibi…

Çığlık içinde uyandım. Alnımdan oluk oluk terler boşanıyordu. Çığlığım çevredeki insanları korkutmuş olacak ki, etrafımda bulunan insanlar-sayıları onu geçmez- büyük bir korkuyla bana bakıyorlardı. Endişe dolu bakışlarını gidermek adına samimi bir şekilde gülümsedim ve İngilizcem yettiğince “Dünyanın sonunun geldiği bir rüya gördüm. Korkunçtu… Neyse ki sadece bir kabusmuş.” dedim. Karşımdaki alımlı kadın tatlı bir şekilde gülümsedi. “Benden etkilenmiş olmalı,” diye düşündüm, “neden etkilenmesin ki, dünyayı kurtardım ben.”

Kadına sıcak bir bakış attıktan sonra aklıma gelen bu düşünceyi perçinlemek adına elimi usulca çantaya uzattım. Fermuarı açtım, beni izleyen biri var mı diye kontrol ettim, yoktu, bunu görür görmez mendille sarılmış olan şeyi araladım. Yemyeşil iki adet göz vardı orada. “İşte kanıtım,” diye geçirdim içimden. “Dünyayı kurtardığımın kanıtı.”

Yaşlı Gina Jenkins’in iğrenç kedisinin gözleri avucumdaydı. “Acaba yaşlı kadın nasıl hissedecek?” diye düşünürken gülesim geldi. Gülmedim. Karla mücadele ekiplerine yalan söyleyerek havalimanına kadar dozerle gelmiştim, bu akıllıcaydı, ama uçakların rötar yapabileceğini düşünememiştim, bu da aptalcaydı. Gün neredeyse bitiyordu, Gina Jenkins eve dönmüş olmalıydı. Acaba beni bulmak adına direkt havalimanına bakmak aklına gelir miydi? Kedinin aşağılık bedenini ortalık yerde bırakmadığım için bir süre şüphelenmezdi herhalde, diye söylenip duruyordum.

Dışarıda ince ince yağan kar tanelerine baktım. Uçak saatlerini gösteren ekrana daha sonra… Uçağım üç saatten önce havalanmayacaktı. Üç saat, uzun bir süre. Az önce bana gülen beyaz tenli, kızıl saçlı, yeşil gözlü, tombul yanaklı, yuvarlak suratlı, dolgun hatlı kadını göz ucuyla inceledikten sonra yanına gittim. Güzel kadının dikkatini çekmiş olmalıyım ki, bu hareketimi cüretkâr bulduğunu ima eden bir gülümsemeyle birlikte hoşlandığını da ifade edercesine bir tavır takındı.

“Merhaba!” dedim neşeli bir biçimde. Saniyeler içinde yeşil gözlerinde hapsolmuştum.

“Merhaba.” dedi alımlı kadın sesini gizemli bir şekle sokarak.

“Ben,” dedim, “dünyayı kurtardım.”

Güldü. Çok güzel gülüyordu. “Başardım,” dedim içimden. “Dünyayı tüm kötülüklerden arındırdım.”

Ben de güldüm. 







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kırmızı Leğen

Kırmızı Sepet

Topal İhtiyar