Dostlar

Havada binlerce farklı bulut vardı. Hepsi zihnimden geçen şeylere tekabül ediyordu sanki. Parça parça, bazen iç içe geçmiş bulutlar, güneşi alt etmişti. Güneş nadiren kafasını bulutların arasından çıkarınca, bir başka bulut gelip mahallenin kulağı kesik kabadayısı gibi güneşin parıltısını yok ediyordu. Yukarıda bunlar olurken, aşağıda Tuna Nehri uysal bir şekilde önümde uzanıyordu. Bulutların yorgunluğunu benliğinde hissediyordu. Ağırdı, omuzlarında Avrupa’nın tüm yükü varmış gibiydi, üstüne üstlük karamsarlığı hemen kıyısından bakınca ayyuka çıkıyor ve içimi karartıyordu.

Budapeşte’deki Margaret Adası’nın en uç noktasında oturmuş etrafa bakıyordum. Tıpkı eski günlerdeki gibi nehre bakıp iç dünyama yolculuk yapmayı amaçlamıştım. Bu nokta benim için kıymetliydi. Burada çok defa yalnız ve çok defa başka insanlarla oturmuştum. Tek başımayken pek konuşmazdım, içimdeki sesler susmazdı ama ağzımdan bir tını bile çıkmazdı. Başkalarıyla olduğumda genellikle çenem kapanmazdı. Burası benimdi sanki. Evimdi. Ev sahibi susamazdı. Ama nadiren de susardı işte. Susulabilen anlar değerliydi. Birlikte susabildiğiniz insanlar sizin en yakınınızdır. Böyle anlar aklımdaki perdede yeniden canlanınca o özel insanlar direkt aklıma gelir. Yine geldiler. Çoğu meçhuller kasabasında artık. Başka yerlerdeler. Bazısı bu gezegende kendisine yeni bir dünya yarattı, bana yer yoktu, onlar için varlığım kayıp şimdi. Bazısı tamamen buradan elini ayağını çekti, yaşam yorgunluğuna son verip önümde yatan nehir gibi gömüldü yalnızlığa. Tuna sakin hâlâ, eski dostunu pek üzmek istemiyormuş gibi, içine boşaltacağım düşünce yükünü kibarca bekliyor, bünyesine kabul edecek, beni rahatlatacak eski dostum. 

Önümdeki suya bakarken içimden geçenler Tuna Nehri’nin karamsarlığıyla yarışabilir, hatta bu sıra dışı yarışı kazanabilir. İki eski dost... Göz göze geldik. Nehrin kıvrım yaptığı yere kadar baktım. Gözlerimi kısarak bir sağ tarafa bir sol tarafa...Uçsuz bucaksızlığı karşısında yine dehşete kapıldım, aklımın kanatları canlandı, uzaklara daldım.

Almanya’da bir çocuktum, nehre diktim gözlerimi ve korktum. Annemin elini tuttum, sonra yavaşça yanaştım nehre. Elimi ona doğru uzattım, ilk kez tanımadığım birine adım attım. Avusturya’da orta yaşlı bir adamdım, iş çıkışında nehrin kenarında oturdum, içimden geçenleri ona fısıldadım. Ailemi, sevdiklerimi anlattım. Yorgunluğumu bıraktım sularına. Slovakya’da karanlık bulutların altında sigarasının dumanını Tuna’ya doğru üfleyen bir liseli oldum. Sigaraya alışkın değildim, öksürük patlattım, ciğerlerimin orta yerinden yükselen çığ ağzımda patladı sanki. Sevdiğim kızın adını ilk ona söyledim sessizce, tekrar söyledim, tekrar tekrar... Haykırdım sonra, kimse duymadı beni ondan başka. Sigarayı fırlattım, planlarımı ona anlattım, düpedüz aşıktım. 

Hırvatistan’da işe yeni giren genç bir adamdım. Sevinçten bıyıklarım terledi, umursamadım, bırak terlesin, dedim zihnime, aman ter bezlerim, umursamıyorum sizleri, bırakınız efendim, bugün en mutlu günüm, aksın terlerim, buharlaşsın ruhumun gözyaşları. Başımdan geçenleri Tuna’yla paylaştım, gülümsedi sanki. Maviye döner gibi oldu rengi, içim açıldı, ah, dedim, canım Tuna, sevindin mi sen bana. Sırbistan’da genç bir çifti izleyen bir böcektim. Nehir kenarında sevişmelerini izledim. Genç adam evvela boynundan öptü sevgilisini. Sonra da dudaklarına yapıştı. Aklımdan geçen şey yalnızlığımdı. Sadece bir böcektim ben. Nehrin sesini bastıran aşk cıvıltılarını gözlemledim. Doğrusu biraz da imrendim. Gregor Samsa gibi hissettim, sonra bırak, dedim kendime, umursama, hayat inişli çıkışlı bir yol sonuçta. Bulgaristan’da sıradan bir taştım, nehrin kıyısındaki bir taş, bazen de içinde… Su hayata benziyordu, zaman gibi ilerliyordu, hızlı ama ânın içinde yavaş. Daniel Bernouilli’ye nazire yaparcasına akıyordu, laminer, bazen türbülanslı bir akıştı bu. Beni sürüklüyordu su. Basit bir taştım işte ben, ağırlığımın daha üstünde bir güç uygulanıyordu bedenime. Bir oraya bir buraya. Anlayamıyordum, darbeler alıyordum, bazen de almıyordum, hayat gibiydi su, akıyordu, durmak bilmiyordu.

Moldova’da yaşlı bir kadındım ben, ellerim lekelerle doluydu, ciğerimin hırıltısı nehrin gürültüsünü bastırıyordu, çok kalmadı, diye düşündüm, giderim yakında. Kim hatırlar beni, çoluk çocuk birkaç sene hatırlar ya sonra, dedim içimden. Ama nehir vardı, nehir beni unutmazdı, onun yanı başında durmuştum yıllarca, ben de nehrin bir parçasıydım artık, nehir var oldukça ben de var olacaktım, nehrin tarihinde kendime yer bulacaktım. Ukrayna’da ergen bir kızdım ben. Ojeli tırnaklarım Tuna’nın rengini andırıyordu. Hayat beklenmedik şeylerle dolu bir oyundu. Gelecek heyecan vericiydi ama bilinmezdi. Buğulu bir pencereyi anımsatıyordu. Dışarıda ne olduğu az çok belliydi ama dışarısı tamamen görülemiyordu. Bu durum ürpertiyordu içimi. Tuna akmaya devam ediyordu, geleceğe uzanıyordu sanki. Romanya’da bir ayyaştım ben. İçiyordum nehrin kenarında umursamazca. Alkolle ters etki yapıyordu Tuna. Düşünmemi sağlıyordu, içimdeki düşünceler onun şırıltısıyla kalbimden zihnime ilerliyordu. Hayal kırıklıkları yeniden canlanıyor, o kırıklar zihnimden tekrar kalbime akıyor, içimde kesikler oluşuyordu. Alkol yardımıma koşuyordu, uyuşturuyordu bedenimi ama yetmiyordu. Tuna önümde uzanıyordu öylece, bir şey yapmıyordu, derdime derman olmuyordu ama yanımdaydı, arkadaşımdı, kaybettiklerimi geri getirmezdi, sadece beni dinlerdi, dinliyordu.

Macaristan’da genç bir adamdım ben. Dün gecenin yorgunluğu vardı üstümde. Terk edilmiş olmak her yerime sirayet etmişti. Başkalarını düşünerek kendimi rahatlatıyordum. Tuna’nın kenarında oturmuş başka ülkelerdeki hayali dostlarımla birlikte hayat üstüne atıp tutuyordum. İyi geliyordu zihnime. Herkesin kendi derdi var, dedim, elbet geçecek. Hayali arkadaşlarım benimle ilgili konuşmuyorlardı, hiçbirimiz birbirimizle konuşmuyorduk, çoğunlukla susuyor, nehre bakıp iç çekiyor ve dertlerimizi aklımızdan geçirip sonra nehre gömüyorduk. Yüzüm ışıldadı birdenbire, güneş bulutları alt etmişti, görünür oldu, gülümsedim, sonunda geldin canım güneş, dedim, güneşin parlaklığı gözlerimi kamaştırdı, Tuna Nehri maviye çalar oldu, Budapeşte’de yeni bir gün başlıyordu.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kırmızı Leğen

Topal İhtiyar

Akıl Karantinası