Soğuk Bir Gece

G., kötü bir rüya sonucu terler içinde uyandı. Sokak lambasının loş ışığının aydınlattığı bir banktı yatağı. Birkaç gün önce çöp konteynerinin birinde bulduğu eski püskü saatine baktı; gecenin bir yarısıydı. Altındaki pis battaniyeyi ve üstünde bulunan ve berbat kokan yorganı kontrol etti; her yer ıpıslaktı. Bu pisliğe yıllar içinde alışmış, başlarda yadırgadığı şeyleri bir bir yapar hale gelmiş, zaman içinde boynu bükük bir şekilde vaziyete ayak uydurmuştu. Önceleri bu durumu kanıksaması kendisini bir hayli şaşırtsa da, artık sadece "Aşağılık insanoğlu her şeye alışır." diyip geçiyordu. Evet, Dostoyevski'den haberdar idi; bir zamanlar onu sever, örnek alır, yazdıklarında kendisini bulur ama en hüzünlü Dostoyevski karakterlerinin bile içine düşemeyeceği bu biçare hayatı süreceğini aklının ucundan geçirmezdi. Ancak olan olmuştu işte. Zaman içinde bu durumu kabullenmişti; üstelik bu hali değiştirecek gücü içinde hissedemiyordu.

Gördüğü kâbus sebebiyle uyandığını düşünüyor; lanet ettiği hayatının çekilmez  sorunlarını dert edişinin, beyninde yarattığı hasarlar nedeniyle bu berbat rüyaları gördüğüne inanıyordu. Evet, evsizler de kâbus görüyorlardı. Hayatları gerçek anlamda birer felaket olmasına rağmen, bir de uyurken kâbusla yüzleşiyorlardı. Fazlasıyla acı olan bu durum G.'nin aklından geçiyor, acımtırak bir şekilde gülümsüyor, var olduğuna emin olamadığı tanrıya sitem edercesine ellerini kaldırıp bu kâbusu iç sesiyle beraber sorguluyordu.


G. doğruldu, yolun hemen kenarındaki bankından etrafı izlemeye başladı. Tek tük araba geçiyor, sokaklarda kimseler görünmüyor, G.'nin derin öksürüğü dallanan akciğer hücrelerinden başlayarak tüm sokağı titretiyordu. Kat kat giyinmesine rağmen üşüyordu. Mütemadiyen... Üşemesi hiç sona ermemişti, yaz veya kış fark etmiyordu. Ve bu durumun nerede başladığını dahi hatırlamıyordu. Düşünmeye koyuldu, zira hatırlamaya kararlıydı.


Zaman kırıldı sanki. Saatlerdir bu sorunu halletmeye çalışırmış gibi hissetti. G. kafa patlatıyor, bu gıcık durumun ilk nerede başladığını bulmaya gayret ediyordu. Kararsız kalıyor, iç sesiyle dış sesi kavgaya tutuşuyor, bazen iç sesine bazen ise dış sesine hak veriyordu. Çatallanmış dış sesine ara sıra öksürükler eşlik ediyor ve  sesi itici bir hale geliyor; iç sesi ise güzel günlerden hala daha esintiler taşıyordu. İç sesi sanki G.'nin özünü yansıtıyordu. Dış sesi tam aksiydi; dış dünyanın G.'yi içine soktuğu bedbaht durumun tam anlamıyla bir tanığı hüviyetindeydi. O yüzden iç sesini her zaman daha çok seviyor, dış sesinden neredeyse tiksiniyordu. Fakat dış sesinin daima daha gerçekçi olduğunu da biliyordu. İç sesinde hala daha -sönük olsa da- umut pırıltıları mevcuttu; dış sesine göre ise o yaşayan bir ölüydü. Hatta ölülerden bile daha ölüydü.


Dış ses ve iç ses nihayetinde uzlaşabildi. Hatırladı, yıllar önce bir tren garının önündeki bir veda ile başlamıştı üşümesi. Ona söylenen bir çift söz sonrasında... Süregelen zaman içinde bir çift söz, zihnini meşgul eden acı sözler haline büründü. G. yoruldu. Zaten yorgundu, daha da yoruldu. Boş verdi bazı şeyleri: Sevmeyi, değer vermeyi, umursamayı... Ama düşünmeyi asla bırakamadı. Aklını meşgul eden düşünceler, bir virüs gibi, tüm sahneyi ele geçirdiler ve kontrolü hiçbir zaman bırakmadılar. Nihayetinde G. sokaklara düştü, bulabildiğinde çözümü alkolde, bulamadığında ise denize bakmakta aradı. Gerçek bir çözüm bulamadı; ancak yaşamayı sürdürdü. Üşümesi hiç bitmedi. Aksine katlanarak arttı.


Sokaklara düştüğünde ne zaman üşümesi artsa bir zamanlar bakışlarıyla onu ısıtan bir çift gözü kafasındaki perdeye yansıtır, uzun uzun bakar ve üşümesi çekilebilir boyutlara inerdi. Artık bu da işe yaramıyordu. İçini saran bu soğukla baş etmesi imkansızdı.  Kalbini ısıtan bakışların sahibinin kendisini hiç mi hiç düşünmediğini biliyor, bu da onu çıldırtıyor; yalnız ve karanlık gecelerde evi bildiği bu bankta sessizce ağlarken, düşünceleri gözyaşlarının gözünden süzüldüğü gibi, beyninden kalbine akıyor ve bir hançer gibi kalbine saplanıyordu.


Herkes, her şey değişiyor, kimse yerinde saymıyordu. G. için de durum farksızdı. Sokaklara düştüğü ilk hali ile şimdiki hali arasında bile uçurum vardı. Ki daha eski günler ile içinde bulunduğu durumu karşılaştırmak anlamsızdı. İnsanların aşağılayan bakışlarına, hor gören hareketlerine, bir böcekmiş gibi davranmalarına bile alışmıştı. Onlar öyle davrandıkça daha da soğudu insanlardan ve insana ait olan her şeyden. Kaçtı; kendi gerçekliğine sığındı. Ama kendi gerçekliği de hakikatin esiri olmaya başladı. Kafasında kurduğu şeyler, ne yazık ki, yaşadığı hayatın içindeki bir döngü haline geldi. Kâbusları da bunun en bariz örneğiydi. Kaldıramıyordu; çıldırıyor, kafayı yiyecek gibi oluyor ama kimse tarafından umursanmamak onu mahvediyordu. İç sesi "Kimseye ihtiyacın yok." dese de, dış sesi "Aşağılık bir asalaksın, insanlara muhtaçsın." diye haykırıyordu. Son zamanlarda dış sesi hep kazanan taraf oluyor, G., bu durumu iç burkan bir vaziyette takip etmekten başka bir şey yapamıyordu.


Ayağa kalktı. Biraz ötede çimenlerin üstünde yatan köpek, G.'nin hareketlendiğini görünce, şaşırmış bir ifadeyle, ona baktı. İlgi çekici bir şey görmemiş olacak ki, kafasını birkaç saniye sonra yeniden çimenlere gömdü. Nemli battaniyeyi sırtına atarak üşümesini biraz olsun gidermeyi amaçladı. Yorganı olduğu yere bırakarak bankın yanından ayrıldı. 


Hava aydınlanıyor, güneş bir saklama kabına konulmuşçasına parlak olmayan renkler içinde doğma çabası sergiliyor, soğukluk biraz olsun kırılıyordu. Fazla yürümedi G., deniz kenarına geldi, bacaklarını aşağı sarkıtarak mavi sessizliğe dikti gözlerini. Ufuk çizgisine bakmayı seviyordu. Hayatının son yıllarını anımsatıyordu bu çizgi. Herhangi bir çıkıntı yoktu, ne onu değiştiren biri ne de onu keyiflendiren bir anı. Tıpkı ufuk çizgisi gibi istikrarlı düz bir çizgiydi sokaktaki hayatı: hüzünlü, yalnız ve soğuk.


Geçmiş zamanları düşünmeye koyuldu. Kendi zaman çizgisinde büyük anlamlar ifade eden kişileri ve bu çizgide birer dağ yaratmayı başarabilmiş karakterleri bir bir aklından geçirdi. Kimileri artık yoktu, kimileri ise artık dünyalarında G.'yi barındırmıyordu. Kendi çizgisinde dağ oluşturanların çizgilerinde birer nokta bile yaratıp yaratamadığını sorguladı; acı bir şekilde iç sesi ile dış sesi bu kez hiçbir tartışmaya tutuşmadan aynı cevapta karar kıldılar. Kararları olumsuzdu, G. iç çekerek denize bakmayı sürdürdü. Akabinde kafasını hafifçe kaldırarak gökyüzünü seyretmeye başladı, cevap bekler gibi bir hali vardı, öylece kaldı, cevap gelmedi. Aslında ona göre bu da bir cevaptı.



Soğuk bir İstanbul sabahında G., gerçek bir ölü olmak adına, sessiz bir şekilde, kendisini mavi sulara bıraktı. Birkaç dakika sonra üşümesi geçti, iç sesi ve dış sesi konuşamaz hale geldi. Sessiz vedası kimse tarafından fark edilmedi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kırmızı Leğen

Kırmızı Sepet

Topal İhtiyar