Ânı Durdurmak

Yüksekçe bir binanın en üst katında oturuyorum.  Ânı durdurdum, etrafı izliyorum. Koskoca İstanbul’da sadece ben durdum sanki. Her şey hareket ediyor. Sirenler çalıyor yanı başımda. Arabalar bir hareket ediyor, bir duruyor Barbaros Bulvarı'nda. Pahalı arabaların içinde oturanlara gül satmak için saniyeler içinde yüzlerce dua saydırıyor çingeneler. Simitçi tüm gücüyle haykırıyor; taze simit sattığını duymayan kalmıyor. Otobüsler hınca hınç dolu. İğne atsan yere düşmez, derler ya, işte öyle. Gözlerimi kısıyorum, akabinde hâlâ daha binmeye çalışanlar görüyorum. İte kaka binmeye çalışanlara kızanlar olduğunu görmesem de biliyorum. Başka bir esnada binmeye çalışan rolünde hiç olmamışçasına somurtuyorlar; hissediyorum. İnsanoglu, diyorum, insanoğlu...

Sirenler bir süre sonra duyulmaz oluyor, fakat yerini araba kornaları alıyor. Arabaların dakikalarca bekleyişi huzuru bozuyor. Huzur buralarda zaten hiç var mıydı, diye soruyorum kendime. Düşünüyorum ama cevabı bulamıyorum. İnsanların öfkeleri metal yığınların üstünden tütüyor ve bana sirayet ediyor sanki. Arabalar, otobüsler... İstanbul'un soluk benizli insanları, yaşama lanet ediyorlar; benliğimde duyuyorum.

Kafamı kaldırıyorum, gözlerimle etrafta minik bir tur atıyorum. İğrenç, çok iğrenç yapılar görüyorum. Tam anlamıyla gudubet ve estetik adına en ufak bir incelik barındırmayan felaket ötesi binalarla karşılaşıyorum. Beton gölünün bazı yerlerinde gün yüzüne çıkan başka ucubeler görüyorum; plaza diye tabir edilen bu yapılar, beni etkilemek şöyle dursun, neredeyse kusturacak bir hâle getiriyorlar. Aldırış etmiyorum bir süre sonra; insanoğlu her şeye ayak uyduruyor, her şeye alışıyor nihayetinde.

Solumda kalan boğaza bakıyorum: meşhur mu meşhur İstanbul Boğazı'na. Asırlar boyunca nice yüce insanın uğruna güller döktüğü güzeller güzeli İstanbul Boğazı'na... Bir an için etkileniyorum. Etkileyici, diyorum, çok etkileyici. Sonra bir şey fark ediyorum; maviyi görüyorum da yeşil nerede, diye düşünüyorum. Yeşil olmadan mavi ezelden beri bir parça eksik gelir bana; mavinin öksüzlüğü canımı sıkıyor. Vapurlara bakıyorum, sonra irili ufaklı motorlara ve teknelere. 

Güneş iyice eğilmiş, neredeyse kaybolacak. Başka diyarları aydınlatmaya, başkalarının umudu ve ışığı olmaya doğru yola çıkacak. İstanbul'da akşam olurken, insanlar minik birer karınca gibi sağa sola koşturuyor ve birbirlerini hiç ama hiç umursamadan yalnızca yaşadıkları kaosun şimdilik daha büyük bir parçası olmamak adına aceleyle hareket ediyorlar. Hareket zamanı benim için de gelip çatıyor. Yaşadığım özel ânı bir kenara bırakarak ayaklanıyor, her ne kadar istemesem de aşağıda yaşanan kaosun bir parçası olmak üzere yola çıkıyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kırmızı Leğen

Kırmızı Sepet

Topal İhtiyar